Türkiye’de demokrasi, kağıt üzerinde sağlam görünüyor; fakat pratikte siyaset derin bir kriz içinde. Sorun bireylerin ahlakında değil; liyakat yerine finansal güç, lider sadakati ve karşılıklı menfaat ilişkilerini ödüllendiren yapısal bir sistemde yatıyor. Bu sistem, en iyi niyetli aktörleri bile içine alıp dönüştürüyor ve siyaset sahnesini kendi mantığına göre şekillendiriyor.
Parti Üyesinden Mahalle delegelerine il ve ilçe yönetimlerine, hatta parti üst organlarına kadar herkes, merkezileşmiş otoritenin çarkının bir parçası haline geliyor. Aday belirleme süreçleri liyakat ve toplumsal karşılık yerine, lider sadakati ve finansal katkıyı önceliklendiriyor. Siyasete girişin yüksek maliyeti, adayları anayasal rollerini bir kenara bırakıp seçmenlerinin bireysel taleplerini karşılayan “iş takipçisi” hâline getiriyor. Devlet hizmetleri ve kamusal kaynaklar, siyasetçiye minnet duygusu yaratacak şekilde kullanılıyor; denetim mekanizmaları ise çoğu zaman işlevsiz kalıyor.
Bu yapı, liyakatsizlik ve kayırmacılığı normalleştiriyor, siyaseti kendi kuyusunu kazan bir sistem hâline getiriyor. Siyasetçilerin psikolojisi de sistem tarafından şekillendiriliyor: Koltuk ve güç bağımlılığı, eleştiriye kapalı, lider sadakatine bağlı bireyler yaratıyor. Zamanla liyakatsizlik, yolsuzluk ve kayırmacılık hem siyasetçinin hem de sistemin “yeni normali” hâline geliyor.
Çözüm, bireysel iyi niyetlerde değil; yapısal reformlarda yatıyor. Siyasetin finansmanı şeffaf olmalı, parti içi demokrasi ve liyakat esas alınmalı, denetim kurumları bağımsız ve işlevsel hâle getirilmeli. Aksi takdirde, Türkiye’nin demokratik geleceği, kendi karanlığına çekilmeye devam edecektir.
Yorum Yazın