Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu’nda enerji, ulaşım ve madencilik gibi sektörlerde yatırım süreçlerini hızlandırmayı amaçlayan, zeytinlikleri madencilik faaliyetlerine açacak olması nedeniyle eleştirilen ve kamuoyunda “Süper İzin” olarak anılan torba kanun teklifinin görüşmeleri 19. saattir devam ediyor.
Muhalefet milletvekilleri 19 Haziran'da başlayan görüşmelerin ilk dakikalarından itibaren komisyona aktivist, hukukçu ve köylülerin alınması için Komisyon Başkanı Mustafa Varank'ın tutumunu protesto etmişlerdi. Muhalefetin ısrarı üzerine görüşmeler fiziki şartların daha uygun olması nedeniyle Plan ve Bütçe Komisyonu salonuna alınmıştı. Teklifin tümü üzerine görüşmelerin sona ermesinin ardından iktidar ve muhalefetin komisyona davet ettiği ziyaretçiler komisyona görüşlerini sundu.
Komisyonda söz alan Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mücahit Taha Özkaya, zeytin ağaçlarının taşınabilirliğine ilişkin, “Zeytin ağaçları taşınabilir özelliktedir. Toprak altındaki yumrusuyla birlikte taşınır yaşlı ağaçlar. Taşındığı yerde doğal saksı yöntemi kullanılırsa sağlıklı büyür. 3 bin yaşına kadar taşınabilir. Zeytin ağacında ağacın verimli zamanı denen bir şey yok. Gençleştirme budaması yapılıp eski haline dönmesi söz konusu olabilir. Tekniğine göre yaparsanız taşınan ağaçların yüzde 100’ü yaşar. Gördüğüm örnekler var, taşımalarda da bulunduk” diye konuştu.
EMEP Gaziantep Milletvekili Sevda Karaca, soru soramadıkları gerekçesiyle Başkan Varank'a tepki gösterdi. Varank da vekillerin tek tek soru sormaları için vakitleri olmadığını belirterek, kendisinin komisyona katkı vermek üzere katılan uzmanlara soru sormaya devam edeceğini belirtti.
"Tayyip Bey de üzülecek bu yaptığına"
TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Deniz Ataç, Türkiye'nin dört bir yanında yabancı maden şirketlerinin doğayı kirleterek değerli maden çıkarma çalışmaları yapmasına tepki gösterdi. Maden sahalarında rehabilitasyon süreçlerinin çok maliyetli ve uzun süreleri kapsadığına dikkat çeken Ataç'ın açıklamalarından öne çıkanlar şöyle:
“Konuştuğumuz konular içerisinde zeytin tabii ki çok önemli ama buradaki en az zeytin kadar önemli konu da dördüncü grup madenler. Her şeyi bir arada konuştuğumuz zaman her şey birbirine giriyor. TEMA’nın maden konusundaki duruşundan dolayı madenciler bize kızar. Madene külliyen karşı değiliz ama vahşi madencilik dediğimiz yöntemle ülkemizin her yerinde bu yöntem kullanılarak çok değerli madenlerin çıkartılmasını istemiyoruz. Çünkü bu madenlerden zengin olmuş bir tek ülke yok. Kanada, Amerika, Avustralya gibi bazı ülkeler, başka ülkelerde o ülkenin toprağını suyunu kirletip çıkıp gittiler. Bunların websitelerinde ‘Türkiye en karlı operasyonumuz çünkü mevzuatı zayıf’ dediklerini gördüm. Bir Türk olarak yüzüm kızardı, çok utandım. Altın madeni şirketlerinin yalanlarına inanmayalım. Bu insanlar konuşurken istatistiği eğip büküyor. Burada konu, açık havada liç yöntemiyle, kimyasallarla yapılanlardır ve biz bunu Türkiye’nin her yerinde yapamayız.
Rehabilitasyon diye bir şey yok, restorasyon olmalı. 15-30 milyon euroya bunlar olmaz. Kanada’da 2005’ten 2038’te kadar 4 milyar dolara restorasyon yapacaklar. 29 ilin ruhsat haritalarını çıkarttık. Gümüşhane’nin yüzde 93’ü altın madenlerine ruhsatlanabilir mi? Trabzon’un yüzde 77’si dördüncü grup madenlere ruhsatlı. Kaz Dağları gibi bir yere altın madeni yapamazsınız siyanürle. Çok üzüleceksiniz değerli milletvekilleri. Tayyip Bey de çok üzülecek bu yaptığına.”
"Biz işsiz kalırsak kimin kapısına gideceğiz"
TES-İŞ Genel Başkanı İrfan Kabaloğlu da Muğla'daki termik santrallerde çalışan işçilerin ve ailelerinin santrallerin kapanmasıyla büyük mağduriyet yaşayacağını belirterek işçilerin ve ailelerinin haklarını savunmak zorunda olduklarını belirtti. Kabaloğlu, "Yatağan, Kemerköy, Yeniköy Termik Santralinde çalışan yaklaşık 5 bine yakın arkadaşımız var ve aileleriyle 20 bin kişiyi buluyor buradan faydalanan insanlar. İstanbul'da 5 bin megavat elektrik üretirken 10 bin megavat elektrik üretip oraları besleyemezsiniz. O yüzden, o bölgelerde o santrallerin çalışması lazım. Burada çalışan arkadaşların yüzde 95'i o bölgenin insanı. Biz işsiz kalırsak kimin kapısına gideceğiz? Sizin kapınıza gideceğiz eğer bizim hakkımız çözülmezse. Oradaki termik santrallerine sadece orada çalışanlara değil, Ege bölgesinin tamamının ihtiyacı var; Sayın Başkanım, tamamının ihtiyacı var. Biz orada çalışıyoruz, biz yine çalışmak istiyoruz" şeklinde konuştu.
"Türkiye'nin çok prestijli noktaları ne yazık ki madencilerin elinde delik deşik olmuş vaziyette"
Teklifle yapılan değişikliklerin doğa ve yaşam alanlarında yurttaşlar açısından geri dönüşü olmayacak zararlara sebebiyet vereceğine dikkat Türkiye Barolar Birliği Çevre Komisyonu üyesi avukat Yakup Okumuşoğlu, şöyle konuştu:
"Türkiye maden çıkartmasın gibi bir düşünce içerisinde değiliz ama maden alanlarının bir şekilde belirlenmesi gerektiğini düşünüyoruz. Ormanlık alanlarda, mera alanlarında, doğal sit alanlarında madencilik yapılmamalı örneğin. Bu madencilik kanun teklifi her yönüyle istisna düzenlemelerle her türlü alanda madencilik faaliyetine izin veriyor. Türkiye'nin çok prestijli noktaları ne yazık ki madencilerin elinde delik deşik olmuş vaziyette ve olmaya devam ediyor. Burada yaşayan insanlar var, buralarda devam eden hayvancılık var, tarım var, bu alanlarda insanların hayatları altüst ediliyor. Maden Kanunu'ndaki yapılan değişiklikler, getirilen istisnalar ne yazık ki maden sektörü lehine esaslı değişiklikler ve istisnalar yaratıp öbür tarafta çevre, doğa, yaşam, tarım, çiftçiler ve yurttaşlar açısından geri dönüşü olmayacak zararlara sebebiyet veriyor.
Şimdi, deniliyor ki: 'ÇED süreçlerini hızlandıracağız.' ÇED süreçlerini hızlandırmak mesele değil, ÇED süreçleri hızlandırabilirsiniz; öncesinde de zaten kopyala yapıştır şeklinde gidiyorlardı bu ÇED raporları. Zaten gayet yüzeysel ve ilgisiz, alakasız, oradan buradan derleme verileri bu dosyaların içerisine koyup adına da ÇED diyorlar. Ne yazık ki ÇED firmaları bir aparat hâline gelmiş vaziyette ve sıradanlaşmış vaziyetteler."
Tasarının tarihi bir anlam taşıdığını belirten Türkiye Rüzgar Enerjisi Birliği Başkan Yardımcısı Ebru Arıcı, ÇED sürecinin kısalacak olmasına ilişkin şunları söyledi:
"Bu tasarı bizim için neden önemli çünkü biz açıkçası bununla ilgili uzun yıllardır her gittiğimiz yerde her konuyu aktarıyoruz. Bizim rüzgârla yolculuğumuz 98'de başlasa bile 2005 Yenilenebilir Enerji Kanunu'yla beraber 20 yılda geldiğimiz 13 gigavat var. Bu rakam önemli çünkü geride yapmamız gereken, devreye almamız gereken 26 gigavatımız var. Yani bizim 20 yılda yaptığımız hamleyi aslında önümüzdeki üç yıl içinde inşaata hazır hâle getirmemiz gerekiyor. Biz bir ön lisans alıyoruz ve bizim ön lisansta inşaat hakkımız yok. Biz ön lisanstan lisansa geçerken ÇED'i de tamamlıyoruz, imar planını da tamamlıyoruz, ruhsatı da tamamlıyoruz, mülkiyet edinimini de tamamlıyoruz, üretim lisansı alıyoruz ve inşaata başlıyoruz. Yani biz ÇED'imizi aldığımızda ama daha sonra imar planı ya da başka bir şeyi alamadığımızda bizim zaten inşaata başlama şansımız yok. Defaatle söylendi, biz de çok dile getirdik yani izinlerin sadeleştirilmesi.
Bizim burada 'sadeleşme' dediğimiz izinlerin hiçbiri bizi inşaata götürmeyecek, biz yine hepsini tamamlayacağız, bitireceğiz, EPDK bunu kontrol edecek, üretim lisansı verecek ve böyle inşaata gideceğiz. Dolayısıyla, biz ÇED'i aldıktan sonra diğer işlemleri alamazsak zaten proje yapılamaz hâle geliyor. Rüzgâr santralleri anlamında en önemli konu, biz yirmi yılda yaptığımızın en geç beş sene içinde 2 katını devreye almakla yükümlüyüz. Her yerde olsun demiyoruz, ÇED kalksın, ruhsat kalksın demiyoruz, sadece başlayalım, yapamayacağımızı görelim, başka bir yere gidelim. Yani projeyi yaşatabilelim, bir sonsuzlukta boğulmayalım."
"Çekilmediği takdirde biz de gereken tüm mücadeleyi karşısında durarak vereceğiz"
Doğal Hayatı Koruma Vakfı Genel Müdürü Ömür Kula, kanun teklifini getiren milletvekillerinin dersini iyi çalışmadığını belirtti. Gerekçe olarak referans olan Avrupa Birliği rehber dökümanı tercüme edilirken bir sıkıntı olabildiğine dikkat çeken Kula, rehberin tamamen yenilenebilir enerjilerle ilgili olduğunu ancak kanunu yazanların sanki rehberi madencilik üzerine yazılmış gibi algıladığını söyledi.
Kula'nın açıklamalarından öne çıkanlar şöyle:
"Avrupa Birliği o rehber dokümanda 'İklim kriziyle mücadele etmek için bizim yenilebilir enerji altyapılarını hızlandırmamız lazım' diyor, 'Kömürü hızlandırmamız lazım' demiyor, biz ise bunu alıyoruz, böyle algılıyoruz. Bir kişi bile kaç tane ağaçtan bahsettiğimizi bilmiyor, zeytinin taşınabilir mi taşınamaz mı olduğu konusunda bile net bir elimizde bilgi yok. Doğa nasıl taşınabilir ya? Ekosistemi nasıl taşıyorsunuz bir yerden bir yere? Saksı mı bu? Bu bir excel tablosu mu? Susuz, ormansız kalacağız. Meraların, otların kalitesi düşünce mera çıkıyor, ormanlar yanıyor, çıkıyor. Sit alanlarını nereden çıkarıyorsunuz? Yabancılar taşları toplayıp kaçırınca mı sit alanı olmaktan çıkacak? Orası da o zaman mı madene açılacak?
Bir etki analizi çalışması için tüm uzmanların bir araya gelmesi gerekmektedir. Biz, hangi madenden bahsediyoruz? Gerçekten bu işten biz ne kazanacağız, ne kaybedeceğiz, bütün üzerinde, net, bilimsel verilerin olduğu bir doküman üzerinde tartışalım, ondan sonra kanunu konuşalım. Kanun zaten Anayasa'ya aykırı, her yerinden. Biz neyi tartışıyoruz? Derhâl geri çekilmesi gerektiğini düşünüyorum. Çekilmediği takdirde biz de gereken tüm mücadeleyi karşısında durarak vereceğiz.”
"Biz ölüyoruz, kanser hastası oluyoruz"
Milas İkizköy Muhtarı Necla Işık da daha önce Meclis'e getirilen ancak yasalaşmayan teklifleri hatırlatarak teklifin kanunlaşması halinde 40 köyün taşınması gerektiğini söyledi. Işık, şöyle devam etti:
"Burada 40 köy gidecek ya sadece Ekizköy'de 40 bin zeytin ağacımız var, geri kalan köyleri saymıyorum bile. Bu 40 köyün geçimliği ne olacak, bizim emeğimiz ne olacak, bizim toprağımız ne olacak? Üzerimizde bir talan var, talan kurulmaya çalışılıyor. Bizim her şeyimize çökülmeye çalışılıyor ve bize sorulmuyor. Bizim sesimiz niçin 6 yıldır duyulmuyor? 40 köy ve 40 köy zeytinle besleniyor. Bizim anılarımızın yok edilmesi ne demektir? Bizim geçmişimizin, bizim geleceğimizin yok edilmesi ne demektir?
Bir Zehra ninemiz var Akbelen'de, ağaca sarıldı, dünya tanıdı onu. Hani diyor ya: 'Santralde biz çalışıyoruz, bir sürü ekmek yiyoruz.' Saygı duyuyorum, ekmek derdi ama siz ekmek yiyeceksiniz diye biz tarlamızda olamayız, kusura bakmayın. Biz ata mirasımızı terk edemeyiz. Bu Zehra nine ne oldu biliyorsunuz şu anda? Kanser teşhisi konuldu bir ay önce. Herkes bilir Zehra nineyi, Akbelen'de ağaca sarıldı, benim kızım arkasındaydı. Sadece Zehra nine de değil, bizim köyümüzde şu anda 5 kişi kanser tedavisi, kemoterapi ve radyoterapi görüyor. Her gün Muğla'yı çiğniyor. Biz ölüyoruz, kanser hastası oluyoruz. Bizleri görün, biz mağdur edilecek köylüleri görün; bunu demek için buradayız."
Yorum Yazın